|
|
|
~~İNTERNETİ OSMANLI BULDU~~
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
OSMANLI DİVAN ŞİİRİNDE 'İNTERNET' TEMASI: ŞAİR VEB'Î VE İNTERNETNÂME'Sİ
"Hardverî vü softverî esrâr-ı mâst
Kâr kâr-i mâst ü çün ekrân-ı mâst
Nevbet-i köhnefürûşân dergüzeşt
Nevfurûşânîm ü in bâzâr-i mâst"
[Donanım ve yazılım, işte sırlarımız bizim!
İş bizim işimiz, çünkü ekran bizim!
Geçti gitti eski satanların sırası, geçti!
Yeni şey satıyoruz: İşte pazarımız bizim!]
Kendi döneminin dar görüşlü insanları tarafından anlaşılamamış büyük bir deha olan büyük Türk bilgini Nureddin bin Muhammed bin Orçun bin Barkın el-Veb'î (1568?-1601?) hakkındaki bilgilerimiz, dönemin ulemasından ve önde gelen tarihçilerinden biri olan Kadı Gıyaseddin Hayalî'nin "Târihi 'ilmu'l-âlât ve'l-esrâru hikmetu'l-edevât (Alet Yapma Biliminin [Teknoloji] Tarihi ve Araç-gereçlerin Hikmetinin Sırları)" adlı eserindeki satırlarla sınırlıdır.
Gıyaseddin Hayalî'nin verdiği bilgiye göre, Veb'î'nin hocası Rükneddin bin Tekneddin Lûcî, 'ilm-i reml' (fal) ve 'ilm-i nücûm' (astroloji) ile hemhâl olan bir okültist idi. Şiirlerinde gelecekten haber veren Şair Veb'î, padişahın çevresindeki bazı vezirlerin ve ulema sınıfından bazı kıskanç kimselerin yanlış yönlendirmeleri neticesinde, bir sihirbaz olduğu gerekçesiyle idam edilerek katlolunmuştur.
Sultân-ı âlem-i muhayyel [Sanal âlemin sultanı], Şeyhu'l-müvebbiîn [Web tasarımcılarının şeyhi], Hâce-i kettâb [Yazılımcıların hocası], Muallim-i Sâlis [Aristo ve Farabî'den sonra gelen Üçüncü Öğretmen] gibi sıfatlarla anılmıştır. Takipçileri onun şanının yüceliğini ifade etmek için şu beyti sıklıkla tekrarlayagelmiştir:
"Lâ kettâb illâ Veb'î
Lâ hasûb illâ şahsî"
[Veb'î'den başka yazılımcı yok,
PC'den başka bilgisayar yok!]
Hayatında birkaç defa canına kastedilmiş, iki defa suikaste uğramış, ancak bunlardan son anda kurtulmayı başarmıştır. Yaşadığı zorluklara ve çevresindeki bilgisiz kimselerin baskılarına göğüs germeye çabalamış, sanal âlemin sırlarını arayan sâliklerin yolunu gözlemiştir:
"An kes est ehl-i beşâret ki işâret dâned
Nuktehâ hest besî; mahrem-i esrâr kucâst?
Hardver ü softver ü veb, cumle muheyyâst; velî
Çet bîyâr muheyyâ neşeved; yâr kucâst?"
[Müjdelenecek kişi bir işaretten anlar;
Ne çok gizli konular var amma,
sır tutacak adam nerede?
Donanım, yazılım, ağ (web), her şey hazır;
Gelgelelim, yâr olmadı mı
chat (sohbet) meclisi kurulmuyor;
Yâr nerede?]
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …?
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi…
|